Suretler adlı sunumun ikinci bölümünde, saniyede 300.000 km hız sınırı geçildiğinde sanal bir evrene geçebileceğimiz varsayımını ileri sürdük. Acaba giderek arttırılan hızlar bize başka evrenlerin de kapısını açar mı?
Ancak göreceli her evren, doğal olarak kendi hızı ile ilgili ölçü birimini yeniden başlatacaktır. Biz ( 0 ) ‘ın altındaki değerlere eksi işareti koyuyoruz. Bildiğimiz kadarıyla içinde bulunduğumuz kendi evrenimiz giderek genişlemekte ve galaksiler arası mesafeler büyümektedir. Birçok galaksi spiral olarak hareket etmektedir. Bu durumda ışık hızıyla veya katlarıyla hareket eden bir evren, bir saniye veya birkaç saniye farkla diğer evrenlerden haberdar olmayacak, fakat aynı yerlerden geçebilecektir. Bir evreni andıran ve yapısında milyarlarca hücre barındıran insanoğlu da evren gibi büyümekte ve yaşlandıkça çöküşe doğru gitmektedir.
Astronomik gözlemlerden elde edilen veriler sonucu, Güneş sistemimizin de içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi, saniyede yaklaşık 521 km hızla uzayda bir kara deliğe doğru gitmektedir. Ancak milyarlarca yıl sonra bir başka galaksinin Samanyolu Galaksisine dik bir açıyla çarpacağı da varsayılmaktadır. Aslında Makro kozmosta süregelen tüm bu faaliyetler, bir bakıma evren dokusunun bir hücresi olan tüm varlıklarda da yansımalarını bulmaktadır. Genişleyen evrende zaman ölçüsü de izâfi kalmaktadır. Aslında zaman zihnin bir aldatmacasıdır ve enerjinin sağladığı hız ile orantılıdır. Bizim de içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinin, kara deliğe doğru hareketi, izâfi (göreceli) olarak boyutlarımızı ve zamanımızı daraltmaktadır.
Tüm evren bir düşünceden, düşünce de devinim halindeki atomlardan oluşmuştur. Atomların devinimi, hareket veya akım (elektrik) oluşturmaktadır. Bu hareketin tarzı ise, enerji üretmektedir. Varlıklar ve cisimler, enerjinin biçimlenmiş halidir. Evrende mevcut enerjinin bir kısmını insanoğlu çeşitli aygıtlar üreterek kendi kontrolü altına alıp, kullanılır hale getirmiştir. Bilim, evrenin sırlarını çözerek, yasalarını anlamaya başladığı sürece bu gelişim devam edecek, dün hayal dediğimiz şeyler, yarının gerçekliğinde yerini bulacaktır. Esasında bir görüşe göre, “eon” adı verilen akışkan fenomenler bizim tasarımlarımıza göre evreni şekillendirmekte ve geleceğimizin akışını kendimiz belirlemekteyiz. Uçmayı düşünen insan, uçağı yapmış, uzaya çıkmayı düşünen insan, uzaya çıkmıştır. Öyleyse düşünebileceğimiz her şey gerçekleşebilir ve biz bugünkü bilim kurgu fantezilerimizin, aslında yarının gerçekleri olacağını öngörebiliriz.
Daha önce hazırlamış olduğum; “Farkındalık”, “Buluşma”, “Kökler”, “Birleşik Alan Birleşik Şuur” ve “Evren Biziz” adlı sunumlarımda da anlatmaya çalıştığım gibi, bizler aslında aynı bütünün bir parçasıyız. ( Bknz. www.musugin.com) Dini hikayelerde; Tanrı kendi suretinden Ademi yaratıp, ona kendi ruhundan üfürdükten sonra, tüm varlıkların Adem’e biat etmesini istemiş ve Şeytan dışındaki tüm varlıklar Adem’in yüceliğini kabul etmiştir. Böylece, yaratılanların en şereflisi ( Eşref-i Mahlûkat ) kabul edilen Adem, maddesel evrende Tanrı’nın temsilcisi olarak tüm canlı ve cansızların üstünde, akılla donatılmış bir varlık olarak tecelli etmiştir. Öyleyse insan, Tanrı katında en değerli varlıktır. Tüm varlıklar için kutsal bir mabettir. İngilizcede aynı zamanda “şakak” anlamına gelen “temple” sözcüğü mabet demektir. Dünya üzerindeki insanlar da kendilerini geliştirebilirse, kendi mabetlerini inşa etmiş olacaklardır. Yani kendi iç zenginliklerini, yeteneklerini keşfederek yüceliklerini arttıracak ve Ulu Yaratana ulaşarak onunla bir vücûd olacaklardır. “Kendini Bil” sözünün anlatmak istediği bu olmalıdır.
Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin ve diğer mistiklerin insana önem vermesinin anlamı budur. Bu sunumun ilk iki bölümünde vermiş olduğum ayçiçeği tohumu örneğinde olduğu gibi, gerçek tohumun dışında değil, içinde gizlidir. Ancak zamanla Doğu mistik değerleri, Batı’ya kaydıkça, içsel gizemler eşyanın altında görünmez olmuş, insan egosunun acımasız baskısı vicdanların sesini duyulmaz hale getirmiştir.
Sezen Aksu’nun bir şarkısında dediği gibi; “Masum değiliz hiç birimiz.” Bir çoğumuz ibadetle, meditasyonla arınmaya çalışıyoruz. Spritüel olmak için çaba sarf ediyoruz. Kalp gözümüzün, gönül gözümüzün açılmasını diliyoruz. Ancak kalp gözümüzün, gönül kapımızın önüne yığılmış bir çok egolarımız, bencilliklerimiz ve maddeye bağımlılıklarımız var. Düşünün; sigara içerek en kutsal “ İnsan Mabedi”ne, kendi bedenine zarar veren bir insan nasıl spritüel olabilir ? Beden bize verilmiş kutsal bir emanettir.
Spritüel bir düşünce sistemine ulaşmak için maddi ve manevi olarak arınmak ön koşuldur. “Temizlik İbadettir” sözü yalnız beden temizliğini değil, düşünce temizliğini de kapsamaktadır. Yüce Mevlâna, tüm insanlara kutsal bir göz ile baktığı için, dil, din, ırk ayırımı gözetmeden “gel” demiştir. Aslında dünyanın huzura kavuşması bu temel düşüncede yatmaktadır. Adem, topraktan yaratılmış kutsal bir varlıktır. Şeytan hariç, tüm diğer yaratılanlar Adem’e secde etmişlerdir. Bir bakıma onu bir mabet olarak kabul etmişlerdir. Adem’in soyundan türeyen insanlar kutsal bir mabettir. İnsanoğlu topraktan gelmiş ve yine toprağa dönecektir. Ezoterik öğretiler bunun için Latince gizli bir mesaj verir. Dan Brown “ Kayıp Sembol” adlı kitabında bunu şöyle anlatmış ; “ Visita Interiore Terrae, Rectificando Invenies Occultum Lapidem”. ( Toprağın içini ziyaret et, Gizli Taş’ı bulmaya çalış).